Amerika – Gerçekten Macera Dolu mu?

 

Amerika’nın birçok ülkeden avantajı şu. Gitmeden ülkeyi size sevdiriyorlar. Her ne kadar abartılı ve ütopik de olsa, dominant batı popüler kültürünün Amerika’yı betimleme şekli, orada yaşasaydık her şeyin çok daha güzel olacağı inancını bilinçaltımıza güzel bir şekilde yerleştiriyor.

Ortaokulda bir öğretmenimiz bize Amerika’da yaşanan gerçek sorunlar ile ilgili bir film izletmişti. Fakir ailelerin New York, Chicago gibi ‘şaşalı’ şehirlerin izbe mahallerinde yaşadıkları zor hayatı konu alıyordu. Bu film benim sadece Amerika ile ilgili değil, dünya ile ilgili bakışımı büyük bir ölçüde değiştirmişti. Belki de her yer göründüğü gibi değildi.

10 yaşında iken Amerika’ya gitme şansını elde ettim. Annem ilk kanser hastalığını öğrendiğinde, Amerika’da yaşayan dayım annemi hem güzel vakit geçirmek hem de moral olması için davet etti.

Annem tek gitmek istemediği için beni de yanına yol arkadaşı olarak aldı ve Amerika yollarına koyulduk.

Chicago aktarmalı San Antonio uçuşumuz o yaşıma kadar yaptığım en uzun yolculuktu. Uçak yolculuklarını her zaman seve biri olmama rağmen, o kadar uzun süre yolculuğun beni çok sıktığını hatırlıyorum (tabii o zaman uçaklarda ekran, ya da benim elimde ipad yoktu).

Chicago’ya ilk indiğimizde gümrükten girmiştik. Yaklaşık 5 saat gibi bir aktarma süremiz vardı. Fakat o zamanki gezi tecrübesi eksikliğinden dolayı cesaret edip Chicago’yu birkaç saatliğine gezememiştik. Yaptığımız tek şey havaalanından dışarı çıkıp, bir süre karlar ile oynayıp, sonra tekrar içeri girmek olmuştu.

San Antonio’ya indiğimizde artık iyice pestilimiz çıkmıştı. İndiğimizde dayım ve eşi Anita bizi bekliyorlardı. Anita Amerikalıydı, o yüzden o Türkçe bilmiyordu. Annem de İngilizce bilmediği için sohbetin geneli bana ve dayıma kalıyordu. Yolculuğun nasıl geçtiği, rahat geldik mi gibi konulardan bahsederken eve gelmiştik. Amerikan filmlerinde o jenerik banliyö evlerine benzeyen bu ev müstakil, tek katlı, geniş ve güzel bahçesi olan bir evdi.

Yaklaşık 20 saattir ayakta olmamıza rağmen Jetlag’den dolayı ne yapacağımızı bilemiyorduk. Bedenimiz yorgundu ama zihnimiz bize daha erken olduğunu, uyumamamız gerektiğini söylüyordu. Neyse, bir süre sonra beden galip geldi ve uyuyakaldık.

Amerika’da toplam 15 gün kaldık. Tüm bu 15 günü Amerika’nın Meksika sınırına yakın, Texas eyaletindeki San Antonio eyaletinde geçirdik. Baktığınızda San Antonio bir turistin gitmeye tenezzül edeceği bir yer değildi.

Ama hayatımın en güzel 15 gününü geçirmiştim…

Özellikle Atakan Dayım’ın güzel planlaması ile, her gün başka bir güzel yere gidiyorduk.

Bir gün hem atari salonu olan hem de restoranı olan Dave & Busters diye bir yere gitmiştik. Orada dayımın karisi Anita garsonlara benim doğumgünüm olduğunu gizlice söylemiş. Garsonlar 4-5 kişi birlikte gelip birden bire doğumgünü şarkıları söylemeye başlamışlardı.

20170121_142453

Başka bir gün mini golf sahasına gittik. Böyle basit bir aktivitenin bu kadar zevkli olacağını hayal edemezdim. Hayatımda ne annemin, ne de benim bu kadar güldüğünü hatırlamıyorum. Bir ara ‘burası çok güzel, iyi ki gelmişiz’ deyip birbirimize sarıldığımızı hatırlıyorum.

Başka bir gün San Antonio Spurs – Houston Rockets arasında geçen NBA maçına gitmiştik. Ekonomik olduğu için arkalardan aldıkları biletlere rağmen, ben bir ara gözden kaybolmuştum. Annem ve dayımlar uzun aramalar sonunda beni en pahalı ön koltuklardan birinde otururken bulmuştu.

20170121_142532

Başka bir gün bir Meksika restoranına gitmiştik. Tüm Meksika lezzetlerini tadarken annem seneler boyunca bahsedeceği tequila margarita’yı içiyordu.

Başka bir gün ‘Hooters’ isimli, güzel, bikinili kızların servis yaptığı bir kanatçıya gitmiştik. Kızların resim çektirme isteğimi kırmayıp, bir de resimde beni öptüğü pozlar İstanbul’a dönüşte benim gurur kaynağım olacaktı.

20170121_142420

Başka bir gün sinemada ‘Grinch’ filmini izlemiştik. Türkiye dışında bir çok ülkede film arası olmadığını orada öğrenmiştim.

Başka bir gün laser tag’e gitmiştik. Dayım, ben, kuzenim Meltem elimize lazer tabancılarını alıp, labirentte kaybolup, birbirimize ateşler ediyorduk.

Noel gecesi uyandığımda üstünde simle ismimin yazıldığı bir çorap ve içinde bir sürü şekerleme bulmuştum. Çam ağacının altında bana alınmış bir discman, bir oyun ve bir kitap vardı. Şöminenin önünde Noel filmleri izlemiştik.

20170121_142548

Başka bir gün ise sadece bir potaya gidip basket oynamıştık.

15 gün sonra yaklaştıkça ben üzülüyordum.

Artık dönüş vakti gelmişti.

Dayım’ın arabasına binerken bizi uğurlayan Anita gülümsüyordu. Araba hareket edip gözden kaybolduğunda Anita’nın gülümsemesinin altından bir damla yaş süzüldüğünü gördüm. Dayımla vedalaşıp uçağa bindiğimizde annem ağladığımı görmesin diye iki koltuk öne oturdum. Arkada annem, önde de ben uzun uzun ağlamıştık. Biz ağlarken uçak havalanmaya başlamıştı bile.

Bu güzel 15 gün yaşandığında yıl 2000’di. Şimdi 30 yaşında ve bir daha Amerika’ya gitme fırsatım olmadı. Ama biliyorum ki en kısa zamanda tekrar gideceğim. Belki o güzel günleri tekrar yaşamayacağım, ama gittiğimde annemi, anılarımı ve o gülümsemeleri yanımda götüreceğim.

Bu makaleyi bizi çok güzel misafir eden Atakan Dayı’ma, eşi Anita’ya ve kızları Meltem’e adıyorum.

2 thoughts on “Amerika – Gerçekten Macera Dolu mu?

  1. Merhaba; blogunuzda neden iletişim diye bir bölüm yok? Merak ettiğim bir şey var ve yorum olarak görünmesini de istemiyorum. Anneniz hastalığı yendi mi?

    Like

Leave a reply to sezer Cancel reply